Ne tavşanın kaçacağı vardı aslında ne de tazının kovalayacağı. Kapıştıranlar olmasaydı! İşine öyle geldiğinden birine “kaç” öbürüne “tut” diyenler çıkmasaydı! Ki tarihtekilere kadar çoğu kapışmanın kıvılcımı oltanın ucundaki zokaya benzeyen bu sözler ile parlamış olmalı.
Her ne kadar zoka yutmak balıklara, yutturmak da balık avlayanlara yakıştırılsa da aslında en çok insanlar gelmiş zokalara. Zayıflatılmak istenenlere avcı, kendinden yana çekilmek istenenlere de av rolü biçilerek. Avcı rolündekine “tut”, av rolündekine “kaç” denilmiş. Tavşanla tazıya denildiğince. Av olmak istemeyen tavşanların sığındığı yer çoklukla kendine “kaç” diyenlerin kanatları altı olmuş.
Ortak paydalar birebir benzeşmek anlamına gelmez. Diyelim ki insan olmak paydasında buluşanlar. Kimi insan tazı ruhludur, kimisi tavşan. Kimisi de onlara rol biçen. Böylesi rol belirleyiciler ortalığın altını üstüne getirip, tozu dumana kattıktan sonra bir kenara çekilip kapışmayı izler. Sütten çıkmış kaşık kesilip, yazdığı senaryoyu seyre koyulur. Kapışmak, kapışanları zayıflatır tek. Kapışanlar yara bere içinde kalırken seyirci koltuğundakine bir şey olmaz. Çünkü öyleleri çetin kış gününde bir küçücük kuşun başına gelenleri bilir.
Her
yanın buz kestiği çetin bir kış günü, kanatlarını çırpacak hali kalmamış küçük bir
kuş soğuktan donmak üzere iken az önce oradan geçen bir geyiğin tersine düşer.
Donmak üzere olan kuş, pisliğin sıcaklığı ile ısınıp, kendine gelir. Geyik tersindeki
taneleri yutar, kursağı dolar. Kuş canlanınca başlar cıvıldamaya. Aç bir tilki kuşu duyup, sese yönelir. Taze geyik tersine düşmeseydi donup
ölecek olan kuş, içine düştüğü pisliğin sıcaklığında dirilip tam kurtulmuşken
tilkiye av olur. Üstelik avcıya da yerini
kendisi haber vermiştir.
Öykü,
kuşun tilkiye av olması ile bitmez. Devamında
kuşun içine düştüğü pislik, o pislikte can bulması ile ötmeye başlayıp, yerini
belli etmesi sorgulanarak okuyanlara bu hikâyeden çıkarılabilecek dersler şıklar
halinde sunulur. Unutmayıp, aklımda kalmış şıklardan biri kelimesi kelimesine
elbette aynı olamayacak olsa da “sırası gelir çekilemez görünen içinde
bulunduğunuz ortam sizin için diğer ortamlara kıyasla en sağlam zemin olabilir.
O zaman her yan sağlam zemine dönene kadar buna sessizce katlanmalısınız”,
diğeri de “tam düze çıktığınızı sandığınız an aslında batağa saplandığınız an
olabilir” idi.
Vahşi
yaşamda, etrafta avcılar da dolanıyorsa
av olmamak için susmak en doğrusudur, malum. Ancak susmak insanlar için her
zaman geçerli doğru bulunmamış olacak ki Fuzuli susulmayıp söylenmesi gereken söylense
de bunlara kulak tıkanmasının iç yakıcı olduğunu sitemle anlatmış, kaç yüz yıl
önceden; “sussam gönül razı değil, söylesem faydası yok” diyerek. Fuzuli, kayıtsız
kalamadıklarını dillendirse de dillendirdiklerine kulak vermesi gerekenlerin
kayıtsız kaldığı gerçeğini böyle anlatmış.
Fuzuli gibi gözünün gördüğüne dili suskun kalamayanlar dışında gözüne kestirdiklerini birbirine kırdıranlar da olmuş her zaman. Karda yürüyüp iz bırakmayanlar, her taşın altından çıkıp da hiçbir taşın başına varmamış gözükmüş yine de. “Kaç” yahut “tut” diyenler hep onlar olurken kimse onlara ne “kaç” demiş ne de “tut” diyebilmiş. Anonim bir deyişimiz sanki böyleleri için söylenmiş; “kurt ile birlikte avlar, çobanla birlikte yer, sahibiyle birlikte yas tutar”.
Her oyunun kurucusu olmak peşindekiler birilerini bir diğerleri ile kapıştırmaktan fırsat bulamadıklarından olacak oyunun sonunda satranç tahtasındaki tüm taşların aynı kutuya doldurulacağını akıllarına getirmiyor bir türlü.
(Her hakkı saklıdır)
Ayşei
Yasemin YÜKSEL, 15 - 18.11.2023, 09:07