Trafiğe girmek, arı kovanına çomak sokmak gibi olduğundan birkaç yaz önce çektiğim yasemin dalında uyuyan arı resimlerini eklemek istedim. |
Zengininden
yoksuluna, kentlisinden köylüsüne, en uçtaki köyden en içteki köye, yurtdışında
üniversitede okumuşundan en kolayından diploma almışına aynı anda bir arada olunan
tek bir yer vardır; Trafik.
Bir
başka yer yoktur ki trafikte buluşmuşluğun çeşnisinde, çeşitliliğinde, dokusunda olsun.
En
büyük göstergelerden biridir trafik. Belki de en büyük göstergesidir. Neyin mi?
Toplumun vücut dilinin.
Trafik
ölçeğinden çok uzakta diyelim ki bir kahvehane masasında oturup konuşan birkaç
kişinin yakınması öncelikle hayat şartları, geçim derdi olsa da söz dönüp
dolaşıp yollara, trafiğe gelir. Trafik konusundaki sözün bu trafiği hiç şaşmaz.
Direksiyonda
olup da kulağına yapıştırırcasına yanaştırdığı telefonuyla konuşanların araba
markalarının hiç de yabana atılmayan markalar olduğunu düşünürüm hep. İlle en yeni
modellerden bir araba ve ille en yeni nesil telefonlardan olacak o gülle gibi vınlayıp geçen metal yığınlarının kapsamı. Kapkara güneş
gözlüklerinin yanlardaki kocaman marka işaretleri hemen görülecek.
Trafikte
ucuzu pahalısı, eskisi yenisi, eskinin yenilerden de pahalı olanı, benzinlisi,
motorinlisi, tüplüsü, gazlısı bir aradadır. O bir arada olan farklı farklı
arabaların sürücüleri de farklı farklıdır.
Trafikteki
bunca farklılık çoğu kez tek bir şeyde aynilik kazanır. Kuralları çiğnemede.
Akşam
televizyon başındayken haberlerde izlenen trafik kazalarına dair söylenmeler
unutuluverir kurallar çiğnenirken. O an, arabaya dönüşmüş metal yığınlarının
içindeki kim bilir hangi ruhi durumda, akıl yapısında, bakış açısındaki sürücüler, atılan okların vınlaması gibi geçerken belki kendi
hayatlarından, daha da önemlisi duraktaki, yaya geçidindeki ya da trafikteki
kimlerin de hayatlarından geçmektedirler. Arkadan vın diye sesi duyulup rengi şöyle
bir görülen, birkaç saniye içinde de ilerlerde bir yerlerde kırmızı bir nokta
oluveren arabaların sürücüleri toplumun vücut dilidir. Kızdıklarımız, bizzat bizim
pek çoğumuzun yaptıklarıdır. Dediklerimizle yaptıklarımızın bir olmadığı,
kaldırımda yürürken, cadde geçerken yaklaşım bambaşkayken frene, gaza basarken bambaşka olduğumuzun imzasıdır.
Trafikteki
tutumumuz, bizim kendimize, topluma, kurallara saygımızın aynasıdır. Kültür alt
yapımızın, neyi ne kadar ciddiye alıp almadığımızın başka bir tanığa gerek
kalmadan tek göstergesidir. Trafikte nasılsa, evde de, işte de, toplum içinde
de öyleyiz işin doğrusu. Ya haklara saygılı ya da haklara karşı duyarsız, hak
çiğneyeniz.
Trafik
nasıl da iki yüzlü olduğumuzun aynasıdır. Trafik aynasına bakanın karşısında
bir riyakar görmesi işten bile değildir. Bu ayna, çok doğru sözlüdür. Sirk aynalarına benzemez.
Babadan
kalma ev satılıp da adam olsun diye ta okyanuslar aşırtılıp okutulan oğlanın ne
kadar adam olabildiği, uzaklardan aldığı diploma ile hiç anlaşılmaz. Ama
trafikteki halinden tutumundan bir çırpıda anlaşılır. Trafikte kusar çünkü
herkes olmuşluklarını, olamamışlıklarını, olgunluklarını. Adamakıllısından.
Henüz
beş kuruş kazanmamış; ama beş ev alacak fiyattaki arabalara binenler, bu
saygıyı peşinen beklerler. Ne acıdır. Saygıyı arabalarına beklemeleri.
Kendileri değildir yolda görünen. Pahalı arabalarıdır. Tüm daha ucuz, eski ve
küçük arabalar, pahalı arabalara saygıda kusur etmemelidir. Hiç mi hiç saygı
duyulamayacak bu hal, daha beş kuruş kazanmamışların baş tavrıdır yollarda.
Oysa
kaç yaşında olunduğuna bakılmaksızın sabahın kaçında kalkılmış, yağmurda
çamurda, karda kışta, hava soğukmuş sıcakmış denmemiş yola düşülmüştür beş
kuruşu kazananlarca. Evden sabahın
erkeninde çıkılıp, akşamın gecinde dönülmüştür. O beş kuruş için eve gelip kapı
açıldığında içerde hazır pişmiş de buram buram kokan yemek kokusu
duyulmamıştır. Üstelik bir de yorgun argın gelmenin üzerine alelacele mutfağa
geçilip yemek yapılmıştır.
Beş
kuruş nasıl kazanılır hiç bilmeyen, beş kuruş için neler çekenlerin öyküsünü
hiç duymamış, daha yaşı beşin beşle çarpımı kadar bile olmayan, bir de baba
parasıyla üniversitede okuyanların trafikteki imzalarına “makas” deniliyor.
Makas,
tüm şeritlerin dolu olduğu, şehir trafiğinin elverdiğince aktığı yollarda zikzaklar
çizmek. Öndeki arabanın ensesinde gitmek, tamponlar değercesine. Öndeki arabayı
orta şeride kaçırtıp sol şeritte kasırga gibi esmek. Bir öndekini yine
kaçırtmak, en ufak bir aralık görünce de yan şeride kayıp hıncahınç araba ile
dolu yolda kayak yapar gibi bir o yandan bu yandan akmak. Tüm bunlar yapılırken
ne kendinin ne de başkasının can güvenliğini hiç umursamamak.
Ta
arkalardan kopup gelir makasçılar. Önlerindeki arabalara “höt” diyen
selektörler yakarlar. Korna çalarlar. Sanki Mors alfabesiyle iletişim kurarmış
gibi yanıp sönen farlarla söylerler söyleyeceklerini.
Aklı
başında hiçbir sürücü, öyle arabaların önünde kalmak istemez. Hızla üstüne
gelen böyle bir arabanın önünden kaçmazsa altında kalıyor çünkü. Hemen yana
kaçar. Zamanında kaçamayanlar yandakine bindirir ya da arkadan gelen ona
bindirir.
Eğer
öndeki de pahalı bir araçsa ve sürücüsü arkadaki kadar dişliyse bir yana
kaçmaz. Kaçmayı, pabuç bırakmak olarak algılar. O da tıpkı arkadaki gibi
yolların kendi arabası varken diğerlerinin cirit atacağı bir yer olmadığını
düşünür. Önce sol şerit sonra orta şerit kendi arabası dururken şu on yıllık
arabalara, taka kamyonetlere kalacak değildir ya. Öndekiyle arkadakinin aynı kafada olması,
kapışma demektir. Kapışma, bazen çok acı biter.
Orta
şeritten daha çok aklı başında ve olgun sürücüler gider. Bir kapışmayı anladıkları
an göz göre göre bir kaza olmaması için onlar da sağ şeride kaçar. Açılan
boşluktan arkadaki dişli sürücü hışımla, lastik izlerini yola fosil kalıntısı
gibi çizerek makas atar. Vınlar geçer. Çok geçmeden de az önce arkasında olduğu
kendisi ile aynı kafadan sürücünün önüne
geçer. Ona dünyayı dar etmeye kararlıdır. Kendisine nasıl yol verilmezmiş, gösterecektir. Kendini ispatlayacaktır.
Halbuki birinin bambaşka, insani davranışlarla kendini ispatlaması, toplumun
nasıl da beklediği bir tavırdır.
İyi,
güzel. Takımlar, mantolar, ayakkabı çantalar uydu. Yani kumaşlarla derilerin
uyumu ahenkli. Gözü yormuyor. Peki ya diplomalarla davranışların uyumu? Peki ya
o belli ki çok pahalı arabanın kurallarla uyumu? Kurallar, ucuzundan pahalısına
her araba için geçerli değil midir? Bunlar ne düşünülür ne de hesaba katılır
pek çok pahalı araç sürücüsünce. Hele de yeniyetmeyse..
Trafik
gibi bir diğer gösterge de apartman yaşamıdır. Bir apartmanda her şehirden, her
bakış açısından her meslekten insan oturabilir. Apartman hayatı kat kat bir
hayat malum. Tık desen duyuluyor alt kattan. “Nasılsa alt katta değilim”
diyerek alt kattakileri canlarından bezdirenler, trafikte nasıldır kim bilir.
Toplumun
vücut dili, trafik ve apartman hayatıdır. Her ikisinde de sınıfta kalıyoruz her
günün her anı.
Avrupa’da,
bizdeki büyücek bir şehir kadar olan ülkeler arasında otobüsle gezerken şehir dışındaki
hızın kimi yerde seksen kimi yerde de doksan ile sınırlı olduğunu gördük. O
kadar yol gittik oralarda ne kaza gördük ne hatalı sollama sonucu uçan
arabalara rastladık. Ama öyle bir şeye rastladık ki görüntüsü pek anlamlı olmasa
da resmini çekmeden yapamadık her
gezimizde.
Gürültü,
bir kirlilik ve insan hayatını en olumsuz etkileyen şeylerden olduğundan şehirlerarası yollarda yol boyunca ses
duvarları çekilmiş oralarda. Bu duvarlar hayli yüksek olduğundan duvarın
gerisindeki yerleşim yerlerine hem ses gitmiyor hem de seyahat edenlerce evler görülmüyor.
Ve oralarda yaşayanların çoğu çiftçi. Evler barklar satılıp da nerelerde
okutulup, uzak ellerden diplomalarla dönmemişler; ama biliyorlar insanları
rahatsız etmemenin erdem olduğunu. İlk ilkeleri insanlara, doğaya, çevreye,
hayvanlara, kuşlara rahatsızlık vermemek. Makas atmak anlayışıyla hiç
bağdaşmıyor bu yaklaşım.
Toplum
olarak vücut dilimiz çok şey anlatıyor yollarda. Toplumun vücut dilinin
anlattıklarını anlıyor muyuz yoksa görüp
de görmemezlikten mi geliyoruz? Anlıyorsak ne yapıyoruz?
(Her
türlü hakkı saklıdır)
Ayşei Yasemin YÜKSEL (Acemi Demirci), 22 Şubat
2013 Cuma, 14:44
acemi.demirci@yahoo.com.tr