Ortaokula kadar köyde büyüyen babamın çocukluğundaki köpeği Bazan’ın hiç unutmadığım öyküsü. 5 Haziran’da
kaybettiğim Babamın anısına...
Bazan
Etrafı peri bacaları ile çevrili,
bugün İspanyol usulü diye pazarlanan teras evlerin taştan oyulmuşunun en has,
kim bilir kaç yüzyıllık örneklerinin olduğu Nevşehir'e bitişik bir Aksaray
köyünde, Demirciköy'de çocukken babamın bir yavru köpeği varmış. Kapadokya'nın
boz görüntüsünü yeşile bulayan bağların, omcaların, asmaların, tarlaların
birbirini izleyerek yayılıp gittiği o uzak
köyde.
Aksaray Malaklısı cinsi Bazan,
babamın tarlaya giderken, bağ sularken hep yanındaymış. Bağdan, bahçeden, çubuktan, taş kesmekten, çapa yapmaktan, bahçe
sulamaktan fırsat buldukça eli marangozluğa yatkın babalarının kavak ya da dere
kenarındaki meşe ağaçlarının kalın dallarından yonttukları küçük kağnılardan,
tekerlerden başka oyuncakları olmayan Demirciköylü çocukları, yaptıkları
maskaralıklarla eğlendirirmiş biraz palazlanınca “Palli” denilen yavru
köpekler.
Boz renkli Bazan’ın göz kenarları
kara kara sürmeliymiş. Kulakları aşağı sarkıkmış. Devrik gözkapaklarının altından kendisinin görülmesini,
başına bir el uzatılmasını davet edercesine bakarmış gözleri. Babamın çocuk
yüreği bu bakışlara kayıtsız kalamamış. Ortalarda dolanan küçük köpek yavrusunu
sahiplenmiş böylece.
Önce Bozan adını vermiş yavru çoban
köpeğine babam. Sürüye saldıları bozsun diye. Ama nedense köyün diğer çocukları
habire ortalarda dolandığından olacak Bozan’ı, işe yaramaz adam anlamına gelen “Bazan”
diye çağırmaya başlayınca, Bozan da Bazan diye çağrıldığında dönüp bakınca babam da Bazan demiş Bozan adını koyduğu köpeğine
çaresiz kalıp.
Babam, babasının sürdüğü at
arabasının üzerinde bağa, tarlaya giderken Bazan da onları at arabasının tozunu
yuta yuta izler, sabah onlarla bağa, tarlaya gider, akşam koca avlulu, olan
kesme taştan, mimarisi kemerli eve geri
dönermiş. At da Bazan'a alışmış kısa zamanda. Bazan çok gerilerde kalınca
yavaşlar, başını geri çevirip onu ararmış. Kollarmış yakınlarda bir tay
doğurmuş at, yavru Bazan’ı. Yapabildiğince.
Tarlaya gittiklerinde Bazan, gölge
bir köşeye çekilip, kıvrılıp uyurmuş. Sıcağa gelemezmiş hiç öyle uzun boylu.
Babamın oynasın diye ona doğru attığı asma çubuğuna bir iki pati vurur sonra
esner ve başını ön ayaklarının üzerine koyup uzun bir uykuya dalarmış.
Gölge verecek bir ağacı olmayan tarlalar,
güneşin altında kavrulur gün boyu. Tarlaların tek gölgelik yeri, tam
ortalarında dikili olan alıç ağaçlarının altıdır. İçinde öğle yemeği olan azık
torbası, yufka ekmekle dolu heybeler, su testisi, ayran cingili hep alıç
ağacının gölgesinde saklanırmış tarlada. Çiftçilerin tenlerini bronzdan öte
koyuya çeviren, alınlarından, yüzlerinden, saçlarının dibinden oluk oluk ter fışkırtan Temmuz sıcağında alıç
ağacı altında serinleyenlerden biri de Bazan
olurmuş.
Geniş bir hayata yani avluya açılan,
demirlerle perçinlenmiş, üstü kavisli koca ahşap kapıdan girilen iki katlı taş
evin derin bir tünel gibi oyulmuş taş ağılının kapısının önünde uyurmuş Bazan. Hayata
girince sağda, yüksek kemerli açık girişten
geçince ocak ve tandır varmış. Taş
duvarların taş raflarında her boydan bakır tepsi, sırtını duvara vermiş halde
dizi dizi sıralıymış. En büyüklerinin içine yetişkin bir adamın sığabileceği,
bağ bozumlarında içinde pekmez kaynatılan bakır kazanlar bir köşede iç içe
koyulmuş halde dururlarmış. Kesme taştan duvarlara asılı kasnakların, eleklerin,
bakır ilengirlerin, şöminemsi ocağın üstündeki taş pervazda dizili nalların olduğu
bölüme asla girmemesi gerektiğini de öğrenmiş Bazan.
Kocaman taş kütlesinden oyulmuş
pekmez sokusu, hayatın hemen girişindeki
yüksek kemerli girişin altındaki açık
alanda bulunan ocaklı bölüme sapmadan daha, yüzyıllardır durup dururmuş orada.
Pekmez sokusu, üzeri kapaksız ve
yontusuz eski bir lahiti andırırmış. Arılar tarafından sokulmaya aldırmayan çıplak
ayaklarca bağ bozumlarında toplanmış üzümler pekmez sokusunda uzun uzun çiğnenip,
suyu çıkarılırmış. Ayaklarını arı sokan üzüm çiğneyicileri kendini canhıraş
sokudan dışarı atacağından Bazan, taş
teknenin etrafında çok dolanmamayı hemencecik öğrenmiş.
İki katlı taş evin sağ yanındaki kanat,
dış kapıya doğru uzanırmış. Açık girişi kavisli, ocaklı bölüm o kanatın altındaymış. Kapıdan girince tam karşıda boylu boyunca
uzanan evin üst katları, gelinlerin ve babaannemle dedemin odalarıymış. Bu
odaların altındaki kayıt damının dibi bucağı yokmuş. Giriş kapısı olan; ama arka duvarı
olmayan kayıt damından kim bilir kaç yüzyıl önce oyulmuş bir tünel uzar
gidermiş.
Babamın annesi Sare babaannemin
şalvarının kemerinden sarkan koskoca, siyah demir anahtar ile kayıt damının
tahta kapısının açılmasını kuyruğunu sallayarak beklermiş Bazan. Keçi derisine
basılı tulum peynirleri, çörekotlu
çömlek peynirlerinin ters halde neredeyse diplerine kadar kuma gömülü içi sırlı çömlekleri, küplerle
turşular, sirkeler, pekmezler, hevenklere asılı halde yarı yaş yarı kuru Aşeri üzümleri,
hasırlara serili kuru üzümler, şiniklerle bulgur, kilelerce buğday, mercimek,
çuvalla un dolu dipsiz kayıt damına girmemesi gerektiğini çok iyi biliyormuş yavru
Bazan.
Bazen canı sıkılınca koca avluda
yemlenen tavuklara bulaşırmış Bazan. Kazlarla ördeklerden de köşe bucak uzak
dururmuş. Kazların kızınca tıslayıp, ısırdıklarını bilirmiş.
Bazan, gün geçtikçe büyürken kış
erkenden bastırmış. Serttir Demirciköy’ün kışı. Erken gelir. Geç de gider. Ayazı
dondurur. Baharın acelesi yoktur oralara gelmekte. Bin bir nazla gelir.
Erken gelen kış, kötü bastırmış o
yıl. Kar, durmaksızın yağmış. Köylü, “bir minare boyu kar yağdı” diye anlatmış
o yılları sonraki yıllarda. O zamanlar minareler, şimdiki gibi kalem misali
değil. Cami boyunun yarısı kadar daha yüksekte.
Öyle kara bir kış olmuş ki o yıl, Aksaray'ın toprak evlerinin birinden diğerine tünel
kazılıp gidilmiş. Köylerde erkeklerin, kadınların, gençlerin ellerinden kazma
kürek hiç eksik olmamış kış boyu. Nöbetleşe kar kürümüşler kapılarının önünden
köylüler, içerde mahsur kalmamak için. Bazan, o kara kışta kahvenin önünden geçerek köyün içinden akan donmuş
ırmağın kenarına gider, yazın kütüklerde güneşlendiklerini gördüğü koyu renkli
su kaplumbağalarını görmek için dolanır dururmuş.
Babam, tipinin göz gözü görmez
ettiği o kış günlerinden birinde daha kar başlar başlamaz epeydir görünmeyen Bazan'ı
bulamayınca aramaya başlamış. Bazan ortalarda yokmuş. Babam sağa sola koşturmuş,
dere kenarına gitmiş. Bazan hiçbir yerde yokmuş. Babam çok meraklanmış.
Babamın hala görünürlerde olmayan
Bazan için kaygısı giderek artarken kar da artmış. Lapa lapa yağan kar,
pencereleri bile kapamış. Kapının önü sürekli kürendiği için açıkmış; ama hiç ihmale
gelecek gibi de değilmiş. Eğer elleri kürekli kadınlar, erkekler, gençler kar
küremeyi biraz aksatsınlar, kar hemen kapının önünde yükselmeye başlıyormuş.
Babam, sağa sola “Bazan” diye seslenerek
koştururken, babası Nafiz, babamın elinden tutup eve götürmüş. Kapının önüne de
yal kabının içinde biraz yiyecek koymuş. Bazan kokusunu alıp gelsin diye. Yal,
hemen donmuş. Babası, babama evden
çıkmamasını tembihlemiş, olur a göz gözü görmez tipide Bazan’ı aramak için evden
uzaklaşır korkusuyla.
Bazan, ertesi gün de ortalıkta
gözükmemiş. Kar hafifleyince, yollar köylülerce temizlenip açılınca babam
sessizce evden çıkmış Bazan'ı aramak için. Bazan, köy kahvesinin önünden akan
ırmak boyunda değilmiş. Görünürde de yokmuş.
Babamın aklına az ötedeki peri
bacaları ile mağaralar gelmiş. “Bazan mutlaka bir yerlerde oyuna dalmışken
tipiye yakalanıp mağaralardan birine girip saklanmıştır” diye düşünerek peri
bacalarına doğru yürümüş küçük adımlarıyla. Kışın buralara kurtların indiğini
aklına getirmemeye çalışarak. Üşüyen ellerini birbirine kavuşturup, işliğinin
önünü iyice kapatıp, tahta çarıklarının
içine dolan karlara aldırmadan. Burnunu çeke çeke.
Peri bacalarına giden yolda biraz
ilerlemişmiş ki birden yolun çatallaşıp bir sapakla tarlalara kıvrıldığı yerde tuhaf
görünen bir kar yığıntısı babamın dikkatini çekmiş. Bir köpeğe benziyormuş yolun
ortasında birikmiş küçük kar yığını. Ön tarafı sanki bir köpek başını andıran kar kümesine doğru ilerlemiş babam, donduran
soğukta.
Rüzgar uğuldayarak esiyormuş peri
bacalarının aralarından. Peri şarkıları fısıldarcasına. Ürkütücü ve üşütücü. Soğuk
esinti yüzüne sert sert vurdukça nefesi donuyormuş babamın. Gözlerinden yaş
gelmiş soğuktan. Ama akamamış. Gözpınarlarında donacakmış neredeyse babam
silmeseymiş.
Çok üşümüş babam, bir an önce eve
dönüp anasının yaptığı bulgurlu elde kesme erişte çorbasından içsin, içi ısınsın istiyormuş. Ellerini
hissedemez olmuş. Bir gayret yolun
ortasındaki kar yığınına yönelmiş. Kardan bir köpek heykelini andıran kar
yığınının yanına varıp karları elleriyle silkelemeye başlamış.
Silkelenip dökülen karların
altından Bazan çıkmış. Ayakları üzerinde koşar gibi duruyormuş. Ağzı açıkmış, havlarcasına. Bazan’ın boğazındaki
diş izlerini hemen görmüş babam. Kıpkırmızıymış Bazan’ın boğazı. Bazan’ın kurtların
saldırısına uğradığını ve boğazlandığını hemen anlamış babam. Bazan, ayakları
üzerinde, ağzı açık, boynu diş izleri içinde orada öylece donup kalmış
kurtlardan kaçarken. Belli ki kurtların dişlerinden kurtulmuş ve eve doğru
koşturuyormuş.
Babam, üşümekten hareket ettiremediği
ellerine hohlayıp küçük kollarını Bazan’ın
boynuna dolamış. Katıla katıla ağlamaya
başlamış. Bir de uykusu gelmeye başlamış ki. Gözlerini kapadı kapayacakken
sanki kendi boynuna dolanan bir kol hissetmiş.
Babamı göremeyen Nafiz dedem,
babamın Bazan'ı aramaya çıktığını anlar anlamaz babamı aramaya koyulmuş. Bazan’ın
köyde olmadığını o da biliyormuş. Babama söylemese de dedem de günlerdir
Bazan’ı aramaktaymış zira. Babamın günlerdir gözükmeyen Bazan için asık olan
yüzünün gülmesini, gözlerinin ışımasını istiyormuş. Bazan’ı da çok merak ediyormuş
ayrıca.
Nafiz dedem, babamı köyün içinde
bulamayınca çakısını, orağını kendini kurt saldırısına karşı koruyacak bulabildiği
her şeyini alıp babamı aramak için yola çıkmış. Kar yağmıyormuş o sıra. Peri
Bacaları’na yönelmişmiş ki yolun başında babamın ayak izlerine rastlamış.
Artık neredeyse hissetmediği
elleriyle donup kalmış Bazan’ın boynuna sarılmış babamı kucakladığı gibi eve
koşmuş. Babaannem ve köyün kadınları babamı ısıtmak için çeşitli yöntemlere
başvurmuşlar. Ahırdaki gübrelere yatırmışlar babamı. Kışın ahırda bir köşeye
yığılan gübreler, için için yanarken ortalığı da ısıtırmış. Donmak üzere
olanlar da yatırıldıkları gübrede ısınıp, kurtulurmuş.
Babam on gün kadar ateşler içinde
yandıktan sonra gözlerini açmış. Gözlerini açar açmaz da ateşler içindeyken hep sayıkladığı gibi “Bazan” demiş. Sonra
Bazan'a ne olduğunu hatırlatıp ağlamaya başlamış. O bahar dedem, babama tepelerde
yakaladığı tavşanı, o bahar doğan tayı
hediye etmiş birkaç kuzu ile. Babam hepsini de çok sevmiş; ama kimseler görmeden
gizlice hep peribacalarına doğru giden yola çıkıp, Bazan'ın kurtlarca boğazlandığı
yolun ortasında uzun uzun oturduğunu dedem uzaktan babama hissettirmeden
izlermiş.
*****
Çeşme’deydik. Doksanlı yıllardı. Yavru
bir köpek bulup boynuna bir de ip geçirmiş sitenin çocukları, dört dönüyorlardı
sitenin içinde. Yavru köpeği maskara edercesine oynuyorlardı ipinden çekiştire
çekiştire.
Griye çalan boz renkteydi yavru
köpek. Yıkık yıkık gözleriyle melul melul bakıyor, çocukların bağırtısından
çağırtısından şaşkına döndüğü hemen anlaşılıyordu. Çocuklarının bir sokak köpeğiyle oynadığını
gören anneler, ellerinden tuttuğu gibi küçük kızlarına, oğullarına “evlerinin bahçesinde
oynamalarını” tembihleyerek çocuk parkının yolunu tuttuğundan boynundan kalın, kocaman
ip sarkan yavru köpek öylece kalakalmıştı. Arka ayaklarının üzerine çökmüş halde.
Bizim bahçe duvarının dibinde, demir dış kapının hemen önünde
Maskaraya çevrilmiş olmaktan
bunalmış olacak ki saklanmak için demir kapının çubuklarının arasından kolayca geçip
bizim bahçeye daldı. Arkasında sürüklediği kocaman ipi sürükleyerek sevgi
dilenircesine bakışlarla verandada oturmakta olan babamın ayakları dibine gelip
kıvrılıverdi. Sanki donmuştu babam, yavru köpek dosdoğru ayaklarının dibine
gidip uzanınca. Babamın gözlerinin buğulandığını gördüm yavru köpeğe bakarken. Babam
ayağını oynatmıyordu bile köpeği rahatsız edecek diye.
Aklıma Bazan geldi o an. Babamın ayakları dibine uzanmış, kıvrıldığı
yerden memnun olduğu mutlulukla kısılmış gözlerinden belli yavru köpeği işaret ederek,
-Bu köpek kendi başına hayatta
kalamayacak. Çocukların elinde boynuna bağlı ip çekiştirilirken boğulacak.
Burada olduğumuz sürece ona yiyecek verebiliriz. Biz gidene kadar da o büyür
zaten. Birkaç ay içinde kendi başına idare eder hale gelir, dedim.
Babam, buğulanmış gözlerini
saklayarak başını salladı. Konuşamadı bile. Yaseminin altında kitap okuduğum
koltuktan kalkıp içeri yöneldim. Bir parça ekmeğe biraz süt döküp, tereyağı
sürüp yavru köpeğe verecektim. İçinde çok az yoğurt kalmış plastik yoğurt kabına
tereyağı sürülmüş ekmeği, sütü koyup bahçenin bir köşesine bıraktım. Yavru
köpek beni görmesine rağmen kımıldamadı bile. “Herhalde çağrılmayı bekliyor.
Ama çağırmak için onun bir adının olması gerek”, dedim. Sonra babama dönüp “Adının
Bazan olmasını istiyorum, ne dersin baba”, diye sordum.
Babamın boğazında bir hıçkırığın
düğümlendiği o kadar açıktı ki. Ama bunun fark edilmesini istemediği de
belliydi. Öksürük krizi tutmuş gibi yaptı. Ben de görmezden geldim.
-Bazan, gel mama burada, diye yavru
köpeğe seslendim
Bazan adını verdiğim yavru köpek, yavaşça
başını kaldırıp babama baktı, izin bekler gibiydi. Titrek bir sesle babamın
“Hadi” dediğini duydum. Bazan, babamın ayakları dibinden kalktı. Bahçe
kapısının yanına koyduğum içi tereyağlı ekmek, biraz yoğurt ve bolca sütle dolu
kaba yöneldi. Başını kaldırmadan da yemeğe koyuldu. Çok açtı anlaşılan.
Birkaç gün sonra Bazan ortalarda
görünmez oldu. Sitenin etrafı sakız çalısından geçilmeyen ardıç ormanıyla
kaplıydı. Zeytin ağaçları ile çevriliydi
her yan. “Bir sakız çalısının dibinde uyuyakalmıştır ya da fıstık çamındaki kuş
yuvalarının altında oyalanıyordur” diye düşündüm. Babam çok tedirgin görünüyor;
ama belli etmiyordu. Sık sık önce arka sonra da ön bahçeye bakınıyor, sitenin
etrafında turlar atıyordu.
Yazlıkçıların çoğu yanlarında bir
köpekle gelip, sonra dönerken köpeği geri götürmeyip ormana bıraktıklarından ardıç
ormanında başıboş ve vahşileşmiş çok sayıda köpek vardı. Birkaç sürü
oluşturmuştu bu önce bir hevesle evde beslenmek üzere alınan sonra da
bakılamayıp yazlık sitelerde bırakılarak kışlıklara onlarsız dönülen köpekler. Site etrafında sabah erken saatlerde yürüyüş yapanlar
çok şikayetçiydi başıboş köpek sürülerinden. Yürüyüş yapanların kokusunu alır
almaz kalabalık sürüler koşturarak geliyor ve yürüyüştekilere saldırıyorlardı.
Hatta bu köpek sürüleri kışın yakındaki mandıranın koyunlarına saldırmış; on
kadar koyunu telef ettiklerinden mandıra sahibi ağılın etrafını bekleyen
bekçiye bir tüfek vermişti. Bazı geceler tüfek sesi duyuyorduk. Ateşlenen
tüfeğin, ağılın etrafında görülen başıboş köpek sürüsü için açıldığını artık
çoktan bellemiştik.
Babamın elinde çakı, bıçkı gibi
bahçe aletlerini görünce babamın bunları kendisine saldıracak köpek sürüsüne
karşı yanına aldığını anladım. Babam, Bazan'ı arayacaktı. Çocukluğundaki gibi. Çocukluğunda
karlı peribacalarının yamacında aradığı Bazan'ı bu kez her yanı çalılarla kaplı
ardıç ormanı içinde arayacaktı.
Sitenin dört bir yanı ardıç ormanı
ile kaplı olduğundan günlerce aramak gerekti Bazan'ı. Hem Bazan'ın uzaklaşmış
olması da mümkündü. Buna inanmıyordum; ama bu düşünce kötü ihtimallerden daha
iyi geliyordu.
Bazan'a hiç rastlamadık. Ne bir
çalının dibinde ne denize dik inen yüksek kayaların yamacında. Onu hiçbir yerde
bulamadık.
Babam, peribacalarına giden yolun
ortasında boğazlandıktan sonra kaçarken donmuş halde bulduğu çocukluğundaki
köpeği Bazan’dan sonra şimdi de Çeşme’de ayaklarının dibine gelip kıvrılmış Bazan'ı
yitirmişti. Babamın Bazan’ı ikinci kez
kaybedişiydi bu.