On
dört yaşında bir blogger arkadaşımızın hazırladığı MİM, öyle yalın ve anlamlı
sorulardan oluşuyor ki beni eskilere de götürdü, bugün o eskilerde varılmak
istenilen yerde olunup olunmadığını da düşündürttü. Hayatın anlamını
sorularla ve yazıya dökmeden anlatmış oldu bir yerde.
Kutlarım.
Ne güzel bir boş zaman, boş alan doldurmaca daha liseli iken. Zamanı, okumak ve yazmak ayrıca diğer blogların
çeşitli dallardaki uzmanlıklarını okuyarak geçirmekle yeni şeyler öğrenmek.
Öncelikle kutlarım bu yüzden.
1. Yaşınız
60-65’e geldiğinde yaşamak istediğiniz yer
“Ahhh!”
çektiren soru bu. Koşullar zaten belirlenmiş halde olduklarından şu an yaşın
belirleyemez olduğu çok şey var artık.
Ancak hiç öyle “küçük bir balıkçı kasabası……….” ile başlayan hayalim
olmadı. Haa, öyle bir yer olsa çok güzel olur, çok isterim de. Bursa’daki
Zeytinbağı -Trilye- gelir aklıma balıkçı
kasabaları anılınca önce. Olağanüstü güzellikte bir yer, doğası ve mimarisi
sevimli yapıları ile. Ancak yaşadığım
yeri ille ben de güzelleştirirsem orası güzel olur, orada olduğumu başta ben
anlamış olurum. Yoksa güzel, çirkin bile
olur. Örnek mi? Yazın Çeşme, Marmaris, Bodrum, Alaçatı gibi yerler, gelenler
sayesinde.
Şimdi
hayal kurarken “küçük bir balıkçı kasabası” diye başlamak yerine orada musluktan akan su ile dişler
fırçalanabilir mi, diyelim ki bahçeniz oldu kıt suya sahip bir yerde olmanız
nedeni ile artık deniz suyu mu akacak tatlı su bittiğinden böylece yaşanmaz
hale mi gelecek düşünceleri var. Yine de
yer değiştirmek durduk yerde olacak şey değildir sanırım. Geçerli nedenlere
bağlı olmalı. Metropol kıyıcılığından kaçmak dışındakiler.
Elbette,
ileride yaşamak üzere attığım bir adımım
olmuştu, hayli, hayli evvel. Hem de daha belki çocuk denemese de hiç de ileri
olmayan bir yaşta. Şimdi bu MİM'i yazdığım yer olan burası için. Ama dedim ya, şartlar. Buralar da değişiyor. Birkaç yıldır
her yana rüzgâr pervaneleri dikildi. İnsanlar hasta olmuş onların uğultularından, seslerinden, rüzgarlarından.
Bitkiler, ağaçlar, makilikler kurumuş. Göçmen
kuşlar gelmez olmuş. Ben de birkaç yıldır hiç kızıl gerdan, ispinoz,
fulorya görmedim mesela burada. Tek bir kare çekemedim onlara dair. Öte yandan
tabii burada, buraya bağlarım var; başta
çok emeğim var her konuda. Bu en sıkı
bağlardan. Maddi ve manevi katkımın hesabı çok. Her ağacın bir hikâyesi var.
Kimi taa nerelerden geldi. Fideleri Lalahan’dan gelen ilk dikilen vişne ve
kirazlar kurudu. Fıstık çamı o zaman burada çalışan hemşehri -senin yaşındaki, on dört- bir çocuktan yadigar.
Burada
yazdığım çok öyküm, yazım var. Burası için çok öyküm, yazım var.
Buradaki
otuz yıl öncesi koşulların nasıl değiştiğini görünce içi sızlıyor insanın.
Elinden geleni yapmak istiyor kötüye gidiş olmaması için. Ancak, rüzgâr pervanelerinin
altında kalmış evlerdeki satılık yazan bezler çok şey anlatıyor.
İlle
60'lı yaşlarda yaşamak için bir yer söylemek gerekiyorsa sakin, uygar, sessizce,
sevimli, doğal, yeşil bir yer. Şimdi burası; ama hep çakılı da kalmadan.
Doğasından farklı kültürlerine, tarihi yerlere gezerek. Turlar ile. Ankara mı? O her zaman doğduğum yer,
büyüdüğüm yer, oralı olmakla birçok anlamda gurur duyduğum yer, bir yanım.
Memleket olması yanında taşıdığı her anlam ile bambaşka. Ama emeklilikte sanmam ki yazı Ankara’da geçirmeyi
tek bir kişi istesin.
Yurt
dışında yaşamak istediğin yeri gördüm
cevabında. Hayli güneyde J, güzel yer seçmişsin. Slovenya doğasını
çok sevmiştim. O da biraz kuzeyde. Ben kuzeye daha yatkınım galiba J
Ama yaşamak konusunu hiç düşünmedim orada J
Yakınlarda Sakız Adası’nı gördüm. İnsanların sakızlıklar ve zeytinlikler
arasında yaşadığı, seramikçiliğin de olduğu nefis bir koskoca ada çiftlik gibi.
Orada yaşayabilirim. Buraya da yakın J Enlem boylamı da aynı. Türkçe bilenleri de var. Türkçe ezgiler okuyanları da J
2.
Bir
hedefiniz var mı? Varsa neler?
Sanırım
şimdiye dek çoklukla, hatta neredeyse tümden hedeflerimin değil de hiç aklımda
olmayan hedeflemediklerimin gerçekleşmiş olduğunu anladıktan sonra tek gerçek
hedefin sağlıklı olup, sağlıklı kalmak olduğuna inanıyorum artık J
3.
Blogger
ile nasıl tanıştınız?
Değişik
bir öyküdür. Tanışmadım. Bana verildi. Hediye edildi blogum “acemidemirci.blogspot.com.tr" adresi ile. Sonradan, bir dönem eski
moda blogları benimki de dahil güncelleyen bir bloggerın düzenlemesiyle “acemidemirci.blogspot.com”a
dönüştü. Nasıl ve ne zaman bir blog
sahibi oldum, blogumun öyküsü nedir daha
önce de birkaç MİM’de anlatmıştım. Bu yüzden link vermek uygun olur sanırım;
4.
Gurur
duyduğunuz başarılarınız varsa nelerdir?
Var.
Birkaç ayrı alanda. En gurur duyduğum şey gözlerimi perişan ederek ulaştığım
kültür düzeyi. Her alanda konuşabilecek bilgiye az ya da çok sahip olabilmek,
müthiş bir hazine imiş. Cehaletin ne demek olduğunu sıklıkla görür olunca daha
farkına varıyor insan bilgi sahibi olmanın anlamını...
Diğerleri
mi? Çeşitli şeyler var. Biri burada da,
bloggerlar arasında da biliniyor. Ben,
bir kez mesela feyzbukta, albüm ile bahsettiğim belgeleri yayınladığımda o belgelerin bir bir ölçüp biçme sonucu edinilebilmesi için kendileri de zorlu ortamlara girerek uğraşmış birkaç arkadaşa “nispet
yapar durumuna mı düştüm yoksa” kaygısı taşımıştım; gördüğüm yaklaşımlar sonucunda. Dediğim gibi
feyzbukta. Burada, bloggerlar arasında asla böyle bir şey yok, öyle bir yaklaşım yok,
onlar zaten biliyor, sen de bul merak
edersen neymiş onlar.
Zaten
bizde bazen tuhaf bir anlayış hastalığı vardır. Dinlediği, duyduğu bir şeyde
nedense akla ilk gelen seçenek, kendince doğrudur birileri için. Önyargı mı dese,k peşin hüküm mü? Yaklaşımların yakasını kurtaramadığı bir huy olarak çok rastlanıyor toplumumuzda, hiç görmeden,
bilmeden çok şeyi. Kuruntusuna kapılanlar, kuruntusunu gerçek
zannediyorlar ve bu çok yaygın bir ruh hali toplumda.
5.
Boş
vaktinizde neler yapıyorsunuz?
Neler
yapmıyorum ki? J Sadece eskiden hep başında olduğum en
çok karakalem resimleri yapamıyorum artık. Yok yok, çok şeyi yapamaz oldum,
eskiden hep yapar olduklarımdan. Zaman
olsa yapılacak şeyler onlar. Yazmak da oturganlık demek. Yazmak, başka
şeylere ayrılacak vakti de kaplayıp, kendine mal ettiğinden oturmak sıkıntılı da olsa
zorunluluk oldu.
Saatli
yaşar Ankaralılar. Hayatları çoklukla saatler arasında kendiliğinden ve tekdüze bir
ilerleyiştedir.
Sabah
saat 05:30’da ayaklanılır. Trafik alıp başını gitmekte, nüfus artıkça
arttığından. Ankara çok büyük ve büyümekte. Yollar uzun sürer. Mesafeler de
uzuyor o yüzden. Akşam dönüş saatleri, yaz-
kış mevsimine göre değişir. Kışın okullar da açık olduğundan trafik zamanı yutar.
Trafik ve yağış belirleyicidir. Evde size
altı saat bile kalmaz. O saatler de boş zaman değildir zaten. Vakitsizlik çıkar ortaya.
Hafta
sonlarına kalır alışverişten çocukluk, lise, eski arkadaşları görmeye her şey. Cumartesi günleri bunlar hallolursa
Pazar günü size kalacağından işe ütülü ve
düzenli gidebilirsiniz. Yine de her şey yetişmez. Bu yüzden ister istemez
öncelikler çıkar ortaya.
Eskiden,
öğrenci iken ve biraz daha sonrasında boş vakit oluyordu. O zaman fazlası ile tur, bahar, yaz ve sonbaharın sonuna dek trekking, yazları duvar tenisi, haftada
birkaç gün koşu, resim sergisi, her Cumartesi günü CSO, arada tiyatro, arada
sinema ve her hafta sonu ille kitapçılarda
rafların önünde kitap karıştırmacadan
mimari detayları fotoğraflamaya başka bazı hobilere zaman vardı. Şimdi
ayak üstü fotoğraf çekilebildiği için fotoğraf çekimleri sürüyor. Ama asla
safari değil. Hep şip şak. Koşturmacada. Yazmak hep vardı. Çizmek molada. Ne
kadar sürer, molada mı kalır hep bilemiyorum.
Şu
var ki hep hobisi olan insanları çok beğendim. İnsanların eli mutlaka bir şey tutar.
Tığ tutar, örgü şişi tutar, iğne tutar, fırça tutar resimden boyaya, kazma da
tutar tırpan da, yün tutar. Fotoğraf makinesi, kalem tutar. Mutlak bir şey ele
çok uyar. Onu tutmalı isterim her insan.
(Her
hakkı saklıdır)
Ayşei
Yasemin YÜKSEL (Acemi Demirci), 29.08.2019